6 Nisan 2011 Çarşamba

pembe mezarlık

acının değişik türleri var. mesela her zaman yediğin biber turşusundan bir gün en acısına denk gelirsin de, ağzın yanmaktan öte, jilet vurulmuş gibi acır. mutasyona uğrayıp ejderhaya dönüştüğünü zannedersin. öyle keskin bir acı. ya da grip olmuşsundur, burnun çeşmeden hallice akar durur. silmekten artık burun derisi aşınmaya başlar. burnun da akmaya devam ediyordur. mecbur silersin ama yeterince yıpranmış deriye o selpağı sürdükçe sızlar. bunları niye anlatıyorum bilmiyorum. düşünce gücü hızlı. ben bunları düşününce yeterince özümseyemiyorum. yazınca yaşadığım acıları daha iyi anlıyorum. işte mesela bu gerçek acıları düşününce, biri için çektiğin acı bir anda silikleşiyor. aslında yok yani. ruhlar dünyasında yaşamıyoruz. biber acısı gibi olsun isterdim aşk acısı da. gözlerimi yaşartsın, yaksın, kavursun. yeter ki hissedeyim. böyle olmuyor blog. bir bakışın acısı, bir görmezden gelişin acısı yaşadığımı hissettirmiyor bana artık. bağışıklık kazandım. gözlerimin önünde sevişse biriyle, yine acı çekmezmişim gibi geliyor. saçmaysa saçma canım. ne bekliyordun ki.
unutmadan, biberin acısı geçti ama burnum hala akıyor. anla.

Hiç yorum yok: