25 Aralık 2010 Cumartesi

.

http://damlalalay.tumblr.com/

çaya beklerim.

22 Aralık 2010 Çarşamba

aynı telden sıkılmadın mı?


bugün seni görmeye geldim.
iyiki yoktun.
iyiki evren bizi ayrı tutmak için elinden geleni yapıyor.
evren istikrarlı.
sen sevgisiz.
ben iradesizim.
seninle ilgili aldığım kararların hepsini yıkıyorum.
seni takip ediyor,
küçümsüyor,
aşağılıyorum.
senden nefret ettiğimi,
öldürmek istediğimi,
söylüyorum.
bunu söylediğim herkes suratıma bakıp gülümsüyor.
satır aralarımı okumakta usta oldu herkes. sayende.
ne kendimi avutuyorum,
ne kuyruğu dik tutma çabasındayım.
sen boş bir adamsın.
beyin çerçeven çok dar. özentinin önde gidenisin.
ama kalp kişilik özelliklerini önemsemiyor. bilmiyorsun.
kalp elleri, gözleri, dudakları, sesi seviyor.
kalp bakışları, öpüşleri, kolları özlüyor.
bunları sana anlatmayı ne çok isterdim.
ama ben senin karşında kalbimle konuşurum.
kalbimi ancak kalbin duyabilirdi.
eğer olsaydı.
yok.
göğüs kafesin boş. farkında değilsin.
ya beynini ya alttaki uzvunu yerleştirmişsin oraya.
şimdi sana orospu çocuğu demek istiyorum ama;
ne sen suçlu ne annen.. ne de ben suçluyum ne annem..

18 Aralık 2010 Cumartesi

yaşarken oldum.

uzun zamandır üzülmüyorum. dert edindiğim herşey gitmiş gibi. tamamen gitmiş gibi. gittikleri için dert edindiklerim. derin nefes alırken içime batan. hani o hatırlattıklarından nefret ettiğim halde unutmadığım. bırak hepsini. b ı r a k b u i ş l e r i.
uzun zamandır hüzünlü şarkılar dinleyemiyorum. sanki dinlersem bütün acılar canlanacakmış gibi. sırf hüzünlü şarkılar dinlemek için acı çekmek isterim diye öyle korkuyorum ki. kendime yeni dertler üretirim diye müzik dinlemiyorum.
her sabah yürümek zorunda olduğum o uzun, bitmek bilmeyen yoldan zerre şikayet etmiyorum. binalarla dolu, denize uzak semtte sabahları bir sürü martı oluyor. hayır, kendime yontmuyorum. benim için gelmediklerinin farkındayım. onlar yalnızca açlar. onlara ekmek bırakanları sevmiyorum. sanki onlara ekmek bırakacak biri varsa yalnızca benmişim.
kışı seviyorum. ellerim üşüyünce eğleniyorum. donan ellerimi kalorifre dayayınca sızlayışını nasıl seviyorum.
yok. artık imkansız hayaller de kurmuyorum.
hani herkes akışına bırakmakla kavgalı ya. herkes yapmak istiyor da yapamıyor ya.
ben yaptım diyorum. akışına bıraktım. öyle bir akış ki.. sakin, şırıl şırıl. dinliyorum.
daha fazla gülüyorum. gülerken çirkin olduğumu unutup gülüyorum. kahkaha atıyorum. boş boş konuşuyorum. saçmalıyorum.
evet. en azından artık ne istemediğimi biliyorum.
seni istemiyorum. yüzünü istemiyorum. o kendini beğenmiş havanı, kendini vazgeçilmez sanışını.. istemiyorum. benim kafamdakinin aksine o kadar da hassas, dokunaklı biri değilsin. düzsün. neyse artık senden daha az bahsediyorum.

uzun zamandır ağlamıyorum.

aynı dünyaların ayrı insanları.

İnsan yalnız bir denizi düşler, demiştim sana.

Yalnız bir kokunun hasretini çeker.

Demiştim sana sevgili, insan yalnız bir gece için gözyaşı döker.

Ne beni dinledin, ne kalbini, ne mantığını.

Mantığın vardı senin, o çok sevdiğin.

Kalbin de vardı senin, biliyorum, asla göstermediğin.

Ama ben’in de vardı senin, o hiç bakmadığın, görmediğin, sevmediğin..

Ben yahu ben!

Yüzüne anlam katan o ufak siyah noktalar kadar gerçeğim ben!

Şakağındaki, burnunun kenarındaki, çenendeki benler kadar yakın olan ben..

Ben boşuna konuşuyorum sevgili..

Gözyaşlarımı boşuna akıtıyorum o bilinmez açık denizlere..

Ben martı olsam bile sen bana ölü balık gözüyle bakacaksın..

Kedi olsam kışkışlayacak, duman olsam açacaksın pencereni..

Ne adımlarımız uyacak birbirine, ne saatlerimiz..

Bu mevsim birleştirdi madem bizi, yine bu mevsim ayıracak.

İkimizin de yalnız kışı yaşadığı bir dünyada görüşürüz...

3 Aralık 2010 Cuma

aralıkta aşk başkadır.

Yalovaya hep kartaldan giderim ya ben. dün aksilikler peşimi bırakmadı. türk sineması dersinde hocanın izlettiği o iğrenç film bütün sinirlerimi germişti. dikenlerim çıkmıştı yani. eve giderken yol yürüdüğüm için terleyince iyice çıldırdım. evde ablam yok, yemek yok. zaten acıkmışım. başımda "hölölö bak bir şarkısın seni çalıyoruum" diye başımda flüt öttüren bir ergen var. ve en önemlisi param yok. sinirden fokur fokur fokurduyodum yemin ederim. sonra biletimi almak için girdim idonun sitesine. kartal seferleri iptal edilmiş. kulağına biberon soktuğumun lodosu yüzünden. normalde kartalda 6:30'a binicem diye ayarlamıştım kendimi. bavulum hazır değil. böyle olunca mecbur pendiğe binmem gerekti. pendikten de 5:45 var. haydaaaa yarım saat içinde karnımı doyurup bavulumu hazırlayıp çıkmam gerekiyor. ben sakinliği seven insanım. acele yaptığım hiçbir şeyden hayır gelmez. bişey için acele ediyorsam o sırada kafam yerinde değil demektir. biyere yetişmeye çalışırken serdar ortaçı sever misin de evet derim o derece. neyse bir hışımla hazırlandım çıktım. zaten bavulum ağır. minibüsler delirtiyor beni. pendikten de feribota yürüme mesafesi fazla. içimden söylene söylene yürüyorum. "hay koyıyım böyle şansa. ne boktan bir gün bütün aksilikler beni buldu bıktım artık of pof afra tafra" diye diye. neyse yetiştim. girdim feribota oturdum. oturdum ama terlemişim, saç baş birbirine girmiş, makyaj kalmamış vaziyette. pazar gününe de yazılıcak tretman, izlenecek film falan var. açtım bilgisayarımı tretmanı yazıyorum. ne kadar yazsam kardır diye. bir de kulaklığı takıp klasik müzik açmışım ki belki ilham denen şey beni entellektüel görür de yanıma yanaşır diye. neyse aylanın babasını öldürttürdüm, kızı bol bol ağlattım iyi gidiyorum derken bir adam yanaştı. adam dediğim genç. -oturabilir miyim? rahatsız olmazsın dimi?- dedi. hayır dedim oturdu. takım elbiseli, karizma, bakımlı, fit tabiri caizse jilet gibi adam. karşıma oturdu. ama yüzüne bakmıyorum tabi tretmanda aylaya kriz falan geçirtiyorum. adam durdu (ulan adam deyince yaşlı bişey gelmesin aklınıza) -internet var mı bu feribotta? dedi. -var ama ücretli dedim. - sen hangisini kullanıyosun? dedi. -ben şuan internette değilim başka bişey yapıyorum dedim. adama da sürekli telefon geliyor. mülakat falan bişeylerden bahsediyor. dinlediğimden değil kulak misafirliği efendim. neyse muhabbeti başlatan o soruyu sordu -öğrenci misin? soru üstüne soru soruyor. ben de kısa kısa cevaplar veriyorum. tretmanla yüz yüzeyim çünkü ayıp olur. bişeyler yazmaya çırpınırken tuttu laptopun ekranını indirdi bakıcam naptığına diye. sanarsın kırk yıllık arkadaşım. senaryonun bir önceki halini yazıyorum dedim. -oo bi bakıyomuşum vizontele 3 diye bi espri yaptı. hatta buna benzer çok fazla espri yaptı ve çoğu komikti. kimyagermiş, 84lüymüş, bursada yaşıyormuş, sürekli istanbula gidip geliyormuş. bildiğin mimik falan yapıyor karşımda ben de kahkahalarda gülüyorum. başta aa yavşağa bak dedim ama adam bildiğin güzel yani yapıcak bişey yok. inkar etsen taş olursun. adımı falan sordu. zaten soruları hep o soruyodu. neyse feribot yanaştı. -inmicek misin? dedi. yok ben yayayım sonradan inicem sen git istersen dedim. arabası olduğunu nerden anladın derseniz elinde bi tek telefonu vardı. her hafta feribota binmeni getirdiği yetenek işte naparsın. neyse o beklenen soruyu sordu. "istersen seni de bırakıyım?" clean family girl cevabı verdim ister istemez. adam gitti. olayın şokundayım ben tabi. durdum durdum adamın ismini sormayı unuttuğumu farkettim. olaya bak. adam belki hayatımın aşkıydı. veya bi işaretti. evrenin bir mesajıydı hatta belki de ilerde evleneceğim adamdı. ama ben adını sormadım. üzüldüm. ağlamaklı oldum. ama heyhat. bu da hayatım bir oyunu. bütün aksilikler beni buldu o gün. o da bir aksilik miydi bilemiyorum. ama bundan sonra yemişim kartalı. pendikten gidip geliyorum bundan sonra arkadaşım. kasım geçti. yeni akım başlatırız belki. ARALIKTA AŞK BAŞKADIR.